7 Aralık 2008 Pazar

02.59

benim ismini bunca zamandır bilmediğim ve daha henüz öğrendiğim,
"
birisi"nin ise ezbere bildiği bir koku.
gözümde canlandırmam çok da zor değil.
havada uçuşan "yine sıkmışsın!"lar.
gözlerinin içi gülen julien. vs.

unutulmuyor.
unutulamıyor.

1 Aralık 2008 Pazartesi

masallar çocuklar içindir,
ben senin için hala küçük bir çocuk,
ve sen masalın ta kendisi.
üstelik sen, masallardaki "cesur prens" olmadın hiç.
beni dev şatona götürmedin.arkamızdan hiç "......" demediler.
çünkü sen prens değilsin.ben de hiç prenses olmadım.senin prensesin.
çünkü bu masalda sen yoksun.
çünkü sen zaten masalsın.

benim masalım.
senin değil.
yalnızca benim.


üstelik seninkinde de ben yokum.eminim.

peki kim? kim var onun içinde?
senin ki nasıl julien?
hayalini kurduğun, seninle birlikte yaşayan ve yaşayacak olan?
cevap yok.
tek bir bildiğim var: o masalın içinden sophie geçmiyor.

...

benim masalım mı?
benim ki farklı.
diğerleri gibi mutlu sonla bitmiyor.
bir sonu da yok zaten.ve ben yazmadıkça olmayacak.

12 Kasım 2008 Çarşamba

Bana, kaderimi belirleyen şeyin ne olduğunu sorsanız, işte o şarkıdır.
Evet, rüyamın içinde çalan bir şarkı.

Eğer günün birinde, gerçekten de bir başkasına, "herşey silindi ve artık yalnız sen varsın" diyebildiyseniz ya da bunu gerçekten hissettiyseniz, bunun yalnız ayaklarınızı yerden kesen değil aynı zamanda ne korkunç bir duygu olduğunu da bilirsiniz.

İnsanın sihirli bir değneğin dokunuşuyla bir anda tümüyle unutmak için herşeyini verebileceği ama -ne tuhaf- aynı anda bu mümkün olsa bile unutmaya kıyamayacağı bir duygudur bu...

Her zaman sizin dediklerinizi yapacağını sandığınız benliğin birdenbire kendi başına, sizi dinlemeden, asi bir çocuk gibi çılgınca davrandığını farketmenin çaresizliği, onunla başa çıkamadığınızı görmenin verdiği şaşkınlık ve aynı zamanda onun peşinden giderek başka hiçbirşeyde bulunmaz bir heyecan duyduğunuz o maceranın vazgeçilmez çekiciliği...

Bildiğim diller var ama hiçbir dilde o an içinde bulunduğunuz duyguyu anlatılabilecek sözcükler yok.

4 Kasım 2008 Salı

komiser bey, kim kimi terk etmiş oluyor şimdi? aşk öldürür mü gerçekten? hangi aşklar öldürür? şimdi kim tutuklanacak? suç var mı sizce?

komiser bey, bir insan nefesini hiç konuşmadan ne kadar tutabilir?

25 Ekim 2008 Cumartesi

sabah oldu.

yoksun artık. belki de hiç olmadın.
sahi, böyle bir şey olabilir mi? yani sen gerçekten de benim beynimin yarattığı bir "kahraman" olabilir misin?
kim bilir? belki.
aslında..
buna cevap vermek çok güç.çünkü bir sen benim için gerşek olamayacak kadar mükemmelsin ve diğer yandan çok kısa bir süre öncesine kadar söylediklerin, "tesadüfi" dokunuşların(eşsiz!)...

üstelik seni defalarca gördüm. görmekle kalmayıp sen karşımdayken sadece sana bakmadım.izledim.vücudunun her bir noktasını ezberledim.gözlerin, saçların, ellerin, tenin ve(...)

saçların..
her kestirdiğinde "beğenmedim!çocuk gibi oldum" dediğin ancak her defasında daha da kusursuz gözüken.

ellerin..
incecik, upuzun ve bembeyaz parmakların..
bir erkeğin olamayacak kadar güzel ve sadece senin olabilecek kadar özel, bir o kadar da "erkek".

tenin..
belli sınırlarda ve hep "gizlice" dokunduğum tenin..



dudakların...
ve dudaklarınla başlayıp kalbine inme isteği..


bütün bunlar asla "tamamen" bana ait olamayacak kadar olağanüstü.
hiç benim olmadığın halde bedenini "ait oldukların" ve hatta "birisi"nden bile daha iyi biliyorum.karış karış ezberledim.seni göremediğim günler fotoğrafına dokundum, öptüm.onu sevdim.onu ezberledim.

ve ilk onu kaybettim.senden önce.

...

bir sabah uyandım ve "o" her zaman koyduğum yerde yoktu.sanki ayaklanıp gitmişti.günlerce ağlayarak her yerde aradım.
beni terk mi etmişti?
çok korktum.panikledim.
evin bütün dolaplarının içindeki eşyalara baktım.kitaplar, albümler...
hatta dvd kutularının içine, yemek tarifi kitaplarının arasına bile baktım.
yoktu.
son bir yer kaldığını farkettim.
imkansız.
orada olamaz.olmamalı!

çalışma masamın üst dolabını açtım.
üst üste konmuş üç kutudan ortadakini aldım.korkuyla kapağını açtım.minik notlar, "önemli" cümlelerin yazıldığı küçük renkli kağıtlar, bir su şişesi, 4. aydan kalma bir fiş ve iki defter. içi "sen" dolu iki defter. aylar sonra ilk defa o kutuyu açıp baktığımda içindeydi.fotoğrafın.
çizimlerimin arasına saklanmıştı.
benden kaçmıştı.beni bırakıp gitmişti.öylece.


üstünden bir hafta geçti..
ve sen "mesafe" dedin.
-kırılıyoruz.
-bundan sonra hep böyle mi olacağız? "mesafe"li?
-evet benim kararım bu.
-peki
-kararıma saygı duyduğun için saol. uyumalıyım. iyi geceler.
-peki.


bu kadar.
birkaç cümle ve araya serpiştirilmiş "peki"ler.
kendimi bununla savaşabilecek kadar güçlü hissetmiyorum artık. senin ise aramızda olan(ya da "asla" olmamış mı demeli?) "şey"i devam ettirmeye tahammülün yok.

-peki.

julien.
geçmişim.
bugünüm.
"yarın" olmayanım.
uyku öncesi masalım.
unutulmaz düşüm.
en güzel rüyam..

rüya bitti.
uyan sophie.sabah oldu.

18 Ekim 2008 Cumartesi

Vedalaşmak için henüz hazır değilim Julien
Daha çok erken..
Ben ne kadar hazır olmasam da sen hergün biraz daha kopuyorsun benden.
Her bir parçanı da yanına alarak.
Beni de alarak..
Yazılarımı alarak..
İlk gidişinde resimlerimi götürmüştün benden.Bir daha geri alamadım onları.
Ancak gidişinle yarattığın boşluğu yazılarla doldurdum.Yazdım.sayfalarca, defterler dolusu yazdım.
Ve yine gidiyorsun.
Yavaş yavaş.
Parça parça.

Gidişin gibi yazılarımı da parçalayarak götürüyorsun.
Ama hayır.
Herşeyimi almana izin veremem.Gitmene izin veremem anlıyor musun?!
Yeniden içimdeki o boşluğu yaratmana izin veremem.
Bu defa onu doldurabilecek kadar gücüm yok.

Hayatımdaki en değerli insanı, dostumu, en büyük sevgimi, "sen"i kaybedersem...

Gitme..


Sensizliğe dayanamam.Gitme.

26 Eylül 2008 Cuma

et si tu n existais pas

Deli miyim neyim?
Julien bana ne zaman "Sophie'm" dese ben sevinçten eriyor, çikolata fabrikasında kaybolmuş çocuk gibi heyecan çığlıkları atıyorum. Adrenalim artıyor, o günüm güzelleşiyor ve hiç büyümemiş olduğumun keyifli hüznünü yaşıyorum. Onu göreceğim her seferinde sevgilisiyle ilk kez buluşacak genç kız/erkek heyecanları pır pır pır... Onu ilk gördüğümdeki beş yaş kız çocuğu büyülenişi: vay be!


...

İftar olmasına bir saat kala gülümseyerek ona bakıyordum. Tanrım, Julien olmasaydı dünya(m) ne kadar boş, eksik ve yapayalnız kalacaktı? Onsuz bir Göztepe, bir İstanbul, onsuz bir Türkiye, dünya, bir evren düşünebilir miydim ben? Düşünmüş müydüm hiç! Olmuş muydum yokluğunda? Onun bana kattığı incelikler ve süprizlerle dolu sevinç, yürek ağızda heyecan, umut edebilme enerjisi, yitirme korkusuyla uyarılma hali... Sürekli çıldırış durumu... Daimi yüksek kalma yorgunluğu... Hiç bitmeyecek oluş sevinci... Aldatılmayacağına inanmak masumiyeti... Ortada kalmak tedirginliği... Bunları toplu halde bu kadar uzun süre hangi erkek bir kadına yaşatabilmiştir? Bir mucizenin bu kadar yakın ve sürekli olabilmesi umudu ayrı bir destan konusu sayılmaz mı?

18 Eylül 2008 Perşembe

hatırlıyorum..

Ona sarılmak içimdeki fırtınaları durdurmak yerine coşturuyordu. Ona sarılmak yatıştırmıyor, onu kucaklamak gevşetmiyordu. Tahrik eden, baştan çıkartan, bir türlü ele geçirilemeyen, albenisi biraz da bu gizeminde saklı insanlardandı. Onu ele geçirmek yalnızca güç değildi, aynı zamanda insafsızlıktı, çünkü ele geçirilince eriyip kaybolacağı besbelliydi. Julien bir erkekte yatıştırıcı, yumuşak, sakin rüzgarlar arayan kadınlara göre olmadı hiç. Bense ne aradığımdan henüz emin olamayacak kadar "çocuk"tum.

...

Başımı kaldırdığımda Julien'in hüzünlü kumral gözleriyle karşılaştım. Sevgiyle bakan iri kahverengi gözler... O bana acıyarak, koruyarak bakmadı hiç. Onun bakışlarında hep, "yanında olacağım, seni anlayacağım, ama sana ait olmayacağım" altyazıları okudum ben.

Çünkü o hala kendini bir "başka"sına aitmiş gibi hissediyordu. Söyleyemese de hissediyordum.Biliyordum.
Bazı zamanlarda "hissetmek", "bilmek"ten çok daha acı verebiliyormuş.


Bu yüzden..

Teşekkürler Julien..

Teşekkürler "başka"sı..
Teşekkürler cep telefonunu yaratan insan..
Teşekkürler.

10 Eylül 2008 Çarşamba

julien kimdir?

Tam anlamıyla büyülenmiştim. Hani anlatmak için sözcüklerin yetersiz kaldığı, ancak mecazlarla, metaforlarla ifade edebilecek insanlardandı o.
Onu anlatmak için, "güzel/yakışıklı", "boylu poslu", "sarışın/esmer", "şahane" gibi sözcükler kullanmak haksızlık olurdu.Onun için, bu dünya dışından gelmiş kadar değişik, bir kuyruklu yıldız kadar etkileyici, iyi pişmiş kahve kadar tiryakilik yaratıcı, gezegene yalnız yollandığı için eşsiz, bir ipek böceği kadar dikbaşlı denildiğinde bir şeyler söylenmiş olurdu ancak.
Dingin ve içe sinmiş bir güzellikti onunkisi.Asıl önemlisi beni manyetik alana çeker gibi güçlü etkisi ve çok kumral olduğuydu.

7 Eylül 2008 Pazar

kalbim eziliyor.
üşüyorum.
mutluyum.
canım yanıyor.
ağlıyorum.
hep!
hep ağlıyorum.
çok ağlıyorum.
hem de çok!



korkuyorum..

31 Ağustos 2008 Pazar

eylül falan

eylül ayının ilk dakikalarına çok az kaldı...
umutluyum.
ya da kendimi kandırıyorum..
belki de "yine, yeni, yeniden" olmayı istemenin vermiş olduğu salaklık üstümdedir.
kim bilir?
.....

daha önce sana gerizekalı olduğumu sölemiştim di mi?
ama nedenini hiç sormadın.
bende hiç açıklamadım.
belki de ikimizde biliyoruz nedenini he?
ama saklıyorsun neden gerizekalı olduğumu.
çünkü "neden"i o kadar gerçek ve ikimiz de o kadar gerçek dışıyız ki; eğer gerçeklerden konuşursak biz de o dünyaya dahil oluruz diye korkuyorsun.
korkuyorum.

sanırım gerizekalı olmayı seviyorum.
sanırım bu halimi seviyorsun.

...

benim böyle olmamı sağlayan hiç bir şeyi unutmak istemiyorum.

o saçmalıkları seviyorum.
tüm anılarımı seviyorum.
çektiğim acıları seviyorum.
seni seviyorum.

...

"zaman" diyor herkes
"geçicek."
unutmak istemeyen biri için ne kadar anlamsız cümleler bunlar.
söylemeyin bir daha!
saçma!
gereksiz!
boş!


evet!
evet.gerizekalıyım.
evet.böyle olmayı seviyorum.
evet.belki de acı çekmek hoşuma gidiyordur.
evet!

au revoir!



bu gece 2008 yılının ağustos ayının son yazısını
yazacağım.
heyecanlıyım.
bekle beni eylül.
sophie geliyoooor!

25 Ağustos 2008 Pazartesi




"
...Daha fazla kalmak "alışkanlık" canavarını uyandırır. Önce sinsice beslenir bu canavar, sonra seni yönetmeye başlar. Çok tehlikelidir bu canavar, çok! ..."



"...Başını bana çevirip tanıyarak baktığında yine ağlıyordu. Babamı ne çok seviyor olmalı, diye düşündüm. İçim titredi. Acaba bir gün, ben de bir erkeği böyle çok sevebilecek miydim? Birini böyle çok sevmeye değer miydi? "Bir insan bütün hayatı boyunca, ancak bir tek kişiyi çok sevebilir," demişti babası Mike'a.
Korktum.
Birini böyle çok sevmekten çok korktum. Çok sevmek, acı getiriyor besbelli..."



"...Eski sevgililer, yalnızca birer anıdır sonuçta. Ama çocuklar öyle değil, onlar eskimiyor, aksine her gün daha canlanıyorlar...Çocuklar geçmişin istenmeyen yanlarını da cebimizde taşıtan cüzdan gibidirler..."

24 Ağustos 2008 Pazar

özledim.




kaç gün oldu?

kaç gündür hayatımda "faal" bir şekilde bulunmuyorsun?
daha doğrusu kaç gündür senden haber alamıyorum?

"
18 ağustos pazartesi 23.25"
tam olarak 4 gün 8 saat 1 dakikadır sennle konuşamıyoruz.
tanrım!
ne kadar zor geldi bu defa.. nasıl özledim seni..
iyi ama neden?
neydi seni bu; öncekilerden kat kat fazla özlememi sağlayan "şey"?
oysa daha önce çok daha uzun süre ayrı kaldığımız, görüşemediğimiz hatta kavgalı olduğumuz zamanlar olmuştu.
o zamanlarda da çok özlemiştim seni.
ama bu sefer..

bu seferki başka..

bu özleyiş hepsinden başka..

sabahları seninle uyanıp bir elimde defterlerim, diğerinde telefonum, kopartılmış ve içine beyaz peynir konmuş minicik ekmek parçası ağzımda, ayakkabının bağcıklarını bağlamaya çalışırken; resim yaparken, test çözerken kitabın sol üst köşesinde, defterlerimin ilk sayfasında, sınıftakilerin suratında, annemde, babamda, eve giden yolda, arabaların içinde, heryerde sen..
rüyalarımda bile!
uykumda bile rahat bırakmıyorsun beni!


hergün daha fazla özlüyorum..

hergün biraz daha fazla.

peki ama neden?!

bunun sadece iki açıklaması olabilir:

ya aslında sana daha yeni aşık oluyorum ya da benim için artık alışkanlık haline geldin.
hangisi daha iyi?

veya hangisi daha kötü mü demeli?
cevap hepsi.

hepsi eşit derecede kötü ve eşit derecede iyi..

ve tuhaf olan; ikisi de doğru.

sana daha yeni aşık oldum..

bunca zamandır seni kendimden bile çok sevdiğimi düşünürken, ne oldu da böyle hissetmeye başladım?
ya da belki hep aşıktım ama o gün bir kez daha aşık oldum sana?
kim bilir?
belki..


...

o gün.

sahi hangi gündü o "o gün"?
19 temmuz cumartesi..

peki nolmuştu da sana "yeniden" belki de "ilk defa" aşık olmuştum?
mmm! evet..

hayatımın en güzel günüydü..

çünkü yanımdaydın..
bütün akşam benimleydin.

takside, "..."cafede, yolda yürürken, konuşurken herşeyinle benimleydin.
ilk defa benimmişsin gibi hissettim.

sonra..

elin..
parmakların.. o yumuşacık eller.. pamuk gibi; sanki..
sanki düş gibiydi..
hiç düşünmediğim, planmadığım bi anda "
mecburiyetten" eline dokunmak zorunda kalışım..
o sıcaklığın ılık ve kaygan bi sıvı olarak içime akması..
ardından gelen "
mutlu musun?" sorusu..
işte bunlardı sana aşık olmamı sağlayan.

ya da sana alışmamı..

çünkü o kadar güzel o kadar büyüleyiciydi ki sana dokunmak, seni hissetmek..
hemen alışıverdim buna belki de..

bu yüzden o anı tekrar yaşamak istiyorumdur.


bütün bunlara vericek kesin cevaplarım yok.

olmamalı da.

bu alışkanlıktan vazgeçmeliyim.

ama geçmeyeceğimi ikimizde biliyoruz julien..

bigün bitse bile asla unutamayacağımı sen de ben de çok iyi biliyoruz..


...

geçenlerde bir film izledim.

filmde genç bir kız kendinden yaşça büyük adama ölen eşini niye hala bu kadar sevdiğini, onda ne bulduğunu sormuştu.
adamsa çok kısa bir süre düşündükten sonra: "
O'nda iyi yanımı görüyorum" demişti.
peki ben, julien?
ben seni neden bu kadar çok seviyorum?

düşündüm..

ve kendi kendime cevapladım: sende "ben"i buluyorum julien.
bilmediğim yönlerimi seninle keşfediyorum.
seninle büyüyorum.
seninle öğreniyorum; hata yapmayı, bu hatalardan ders almayı, nefreti, kızgınlığı, mutluluğu ve..
sevmeyi.
.
sadece seni değil herşeyi..
herkesi..

yüksek sesle konuşan yan komşularımı, dersanedeki zeka seviyesi düşük arkadaşlarımı, bakkal amcayı, her sabah bana kötü kötü bakışlar atan evin önündeki dev köpeği, annemin bana son derece anlamsız gelen çiçeklerini, abimin kaprislerini, hergün evimizi gözetleyen karşı apartmandaki kızı...


seni severek çevremdeki herkesi de sevmeye başladım..

herşey daha güzel, daha canlı görünüyor artık gözüme.
varolduğumu hissediyorum..
yaşadığımı..
nefes aldığımı..

evet nefes alıyorum.
bunu bile seninleyken yapabiliyorum.

daha önceleri mi?

öncesi yok!

hep sen vardın!

ve hep olucaksın..

17 Ağustos 2008 Pazar

julien'e...




"aklına çocuklar koyuyorum fidel. eline geçiyor mu, zeplinlerle kediler yolluyorum sana her gün. boncuklarımı, kutularımı, çantalarımı, kokularımı, çaylarımı ve her şeyimi, alıyor musun? "seni seviyorum"
diyorum, boynunda böcekler oluyor mu?
her şeyini vermiş, verebileceği her şeyi vermiş bir kadın! düşünebiliyor musunuz?
ama fidel.. of aptal fidel!
kedilerin ölümünü bile umursamayan bir insan fidel..
bu yüzden ölüyor kadın.. yavaş yavaş.. anlatabiliyor muyum?"



bütün kadınların kafası karışıktır.

12 Ağustos 2008 Salı

just hold me

and why can't you just hold me? and how come it is so hard? and do you like to see me broken? and why do I still care...




1 yıl..tam 1 yıl...
sana bir yılımı verdim ben julien.bir yıl boyunca senden başka kimse olmadı hayatımda.bırak başkasının olmasını, herhangi başka bir erkeğe gözümün ucuyla bile bakmadım.düşünmedim.
ben yalnızca senden hoşlandım.sadece senden...
hayatımda hep sen oldun.ve daima olmasını istediğim tek kişi de sendin..
peki sen?
sen ne yaptın?
hep senin olmamı istediğini ve senin de benim olduğunu sölemenin üzerinden daha on gün bile geçmeden başka birisine karşı "garip" şeyler hissettiğini söledin.
sence bu adil mi?
ben bu ilişki için, yürümesi için herşeyi göze almış ve senin için herşeyi yapmış olmama rağmen senin bana layık bulduğun "durum" benden uzaklaşmak oldu.başkasıyla olmayı dilemek oldu.
üstelik bunu çok rahat bir şekilde gelip bana söyleyebildin.sanki bir kaç gün önce seninle o konuşmaları yapmamışız gibi.
sanki bana o sözleri hiç söylememişsin gibi.
sanki seninle "
tam" bi arkadaşmışız gibi...

....

"PRENSES GİBİ"
bunu bilerek mi yapıyorsun?
henüz çok kısa bir süre önce bunu "bana" söylemiş olmana rağmen aynı cümleleri "başka" bir kızı bana anlatırken tekrar kullanıyorsun.

evet.
eninde sonunda böle birşeyin olacağını biliyordum.kendimi buna zaten alıştırmıştım.hazırlıklıydım.
ama bu kadar kısa sürede?
işte buna hazırlayamamışım kendimi.
çünkü bu kadar çabuk hayatına başka birisini sokmak isteyeceğin ihtimalini hiç düşünememiştim.

çünkü sana inanmıştım.
bir yıl boyunca sana hiç inanmadığım kadar çok inanmıştım o gün.
çünkü çok samimiydin.
sıcacıktın.
ve bi süredir seninle ilgili kendimi tutmama rağmen o gün herşeyi boşverdim.
hisssettiğim sıcaklığın içime doğru akmasına izin verdim.
içime işlemene izin verdim.
aramızda bişi olmadığını ve büyük bir ihtimalle de bir daha "biz" olamayacağımızı bilmeme rağmen o gün sana inandım.sadece inandım.umutlanmadım.

"ama hiç birşey yaşamamıştık daha"
görünen o ki sen o "yaşa(ya)madıklarımız"ı benim yerime bir başkasıyla yaşamayı tercih ediyorsun artık.

peki ama neden?
madem bir başkası vardı; neden bana o sözleri söledin?
niye "seninim" dedin?

yada

madem benimdin ve hep senin olmamı istiyordun; niye bu sözleri söledikten birkaç gün sonra başka birisine karşı "garip" şeyler hissetmeye başladın?
değişen neydi?

yada kimdi?
sen mi?
ben mi?
o mu?


ve madem seçimini ondan yana kullandın; niye benden uzaklaşmayı da tercih ettin?
buna gerek yoktu ki..

ben sana o gün ki konuşmamızda da sölemiştim:
"sevgili yada arkadaş..bunlar benim için önemli değil.sen hayatımda olduğun sürece mutluyum.seninle mutluyum.ne şekilde olduğunun bir önemi yok.benim için önemli olan tek şey senin hayatımdaki varlığın"

3 Ağustos 2008 Pazar

ben senin neyinim?

saat 02.13
ekşisözlükte okuduğum yazı bütün günümü, gecemi mahvetmeye yetti.
dağıldım.
toparlanamıyorum.
ağlıyor muyum? hayır.
artık seninle ilgili yaşadığım hiç bir olay, hissettiğim hiç bir acı beni ağlatamıyor.
sadece dağılıyorum.
eroin komasına girmiş insanlar gibi oluyorum.
nefesim kesiliyor.
"yardım edin!boğuluyorum!" die bağıracak gücü kendimde bulamayacak kadar dağılıorum.dağıldım.

"kahvesinden bir yudum daha alıp gözlerini gözlerime dikti. ben çayıma henüz dokunmamıştım bile. merak içinde bana anlatacağı o çok önemli şeyi bir an önce dinlemek istiyordum. tam söze girecekti ki kafede oturan herkesin bakışlarını bize çevirmesine neden olacak kadar kuvvetli bir şekilde hapşırdım. peçete ile burnumu silerken anaç bir ses tonuyla:

- dikkat et. havalar serinledi. incecik bir tişörtle çıkmışsın.

bir ağrı dalgası kemiklerim boyunca ilerlerken bir yandan kendimi toplarlamaya çalışıyordum. hasta olmama uğraşı içinde olmadım hiç. hatta hasta olmayı severim bazen. ilginin ve şefkatin üzerimde toplanmasına vesile olması hasta olmayı benim için sevilebilir bir hale getiriyor. şefkat. bir kadında ne ararsınız sorusuna en üstlerde vereceğim cevaptır. oysa hiç bir kadından çok şefkatli olduğu için başlangıçta etkilenmemişimdir. sanırım şefkat halihazırda aşık olduğum bir kadına tapma devresine geçiş bileti benim için.

- ne anlatacağını merak ediyorum.
- çok merak edilecek bir şey değil aslında. hatta bir şey anlatmaktan çok bir şey soracağım ben sana.

bir süre çay kaşığı ile kahvesini karıştırdıktan sonra kafasını kaldırıp masmavi gözlerini tekrar bana dikti:

- ben senin neyinim?

bu soruyu kimbilir kaçıncı kez duyuyordum. ama her seferinde verdiğim o ukala cevabı bu kez veremezdim. çünkü bu sorunun bir yanıtı bende yoktu. ve hatta bu soru sadece onun değil benim de sorumdu. o benim neyimdi?

- illa bir şeyim mi olman gerekiyor?

kategorize edilmemesi gereken bir ilişkiydi bizimkisi. çünkü ben sınırları çizilirse kaybeden taraf olacaktım. o benim sevgilim değildi çünkü böyle büyük bir sorumluluğun altına girmeye hiç gönüllü değildim. o benim arkadaşım asla değildi. çünkü arkadaşlarımla sevişmiyordum. bu bir arkadaşa duyulan sevgiden farklı bir sevgiydi. ancak bir sevgiliye duyulan gibi de aşkla harmanlanmış değildi. o benim acil çıkış kapımdı. normal zamanlarda asla kullanmadığım ama ne zaman yangın çıksa hemen koştuğum merdivenlerdi. o an içimden çok kuvvetli bir his ona sarılmaya itiyordu beni. ama bu hissi bastırmak zorundaydım. çok iyi biiyordum ki bu hissin altında yatan şey suçluluk duygusuydu. onunla olan ilişkimiz hakkında bencilce düşünme ve davranma suçunun verdiği suçluluk duygusu.

- ille bir kalıbıma mı sokmamız gerekiyor? bir sıfat mı bulmalıyız kendimize? sevgilim olsan ne değişir? arkadaşım olsan ne farklı olur ki?

bu soruların hepsi çaresizlik sorularıydı. can yakan, köşeye sıkışmış insan soruları. sonunda bana "haklısın" diyeceğini adım gibi bildiğim için sorduğum sorulardı bunlar. peki ya içimdeki suçluluk duygusu. onu yenmeyi nasıl başaracaktım?

- bir şey değişmez tabii ki ama yine insan bilmek istiyor. haklısın aslında. sevgilin olsam ne olur ki?

herşeyin elimde olması gücü beni çok rahatsız etti o an. ilişkinin sınırlarını çizebilme, karşımdaki insanın neyim olduğuna karar verebilme gücü. çünkü bu gücü kullanamıyordum. ona hükmedemiyordum. o güç güçsüzlüğümü farketmişti ve beni esir alıyordu. en kötü kararın bile kararsızlıktan daha iyi olduğuna inanan ben, kararsızlık ortamından nemalanmaya çalışma çabasındaydım. düşündükçe kendimden uzaklaşıyor, kendimden utanıyordum.

- seni akşam ararım. şimdi gitmem lazım. sorunu bir teklif olarak kabul ediyorum. cevabımı akşam sana bildiririm.

işte şimdi gücü kullanmaya başlamıştım...

*****

telefonumun mesaj bölümüne girip "yeni mesaj yaz"ı seçtim.

" bir başkasına aşığım. seni çok seviyorum ama üzgünüm. sanırım bir daha görüşmesek daha iyi olacak. sana ümit vermek istemiyorum. hayatını adayacak daha iyi birilerini bulacaksındır."

hiç bir şey düşünmeden bir anda aklıma böyle estiği için bunları yazdım. bir başkasına hala aşık olup olmadığımdan bile emin değildim. düşünmekten öyle yorulmuş, öyle sıkılmıştım ki, kendime vermem gereken cevaplar bir yana kendime sormam gereken soruları bile sormuyordum. onu kaybetmekten ne kadar korksam da, onun da kendine ait bir hayatı olduğu gerçeğini kabul etmeliydim. benim gibi biri ona sadece acı verebilirdi. kalbini olabildiğince az kıracak cümleler bunlar olmasa da oldukça merhametli bir üslup kullandığıma inandırdım kendimi. zaten oldukça zorlandığım uyuma işini daha da zora sokamazdım. tek ihtiyacım olan şey bir bardak votka ile iyice rahatlamak ve uyumaktı. göz kapaklarım ağırlaşsın diye içtiğim votkanın, gözlerimi sırılsıklam yapacağını nerden bilebilirdim ki?

onu kaybettiğim için ağlayabilrdim. ona çektirdiklerim için ağlayabilirdim. onu yüzüstü bıraktığım için ağlayabilirdim. onu ağlattığım için ağlayabilirdim.

onu kaybettiğim gün bile hala birbaşkası için ağladığım için ağlayabilirdim. ne çok sevildiğimi görmezden gelip, sevmeyenlere gözyaşı döktüğüm için ağlayabilirdim.

ama ben yine de hiç bir sebep olmaksızın, sadece istediğim için ağladım"

sijwocaq


27 Temmuz 2008 Pazar

canım yanıyor..hoşçakal julien..

inkar..

uykusuzluk

bugün defalarca küfrettim julien biliyor musun?
bilmiyorsun.nerden bilceksin ki zaten.
en nefret ettiğim şeylerden birinin küfreden insanlar olduğunu bilirsin sen.
ama bugün farklı.
bugün benim için dünya küfür etme günü.
çünkü içimdesin julien!
hala içimdesin!
HALA!

...

nerdesin şimdi?
saat 01.23 ve sen ortalarda yoksun.
iki gündür geceleri göremiyorum seni.
bünyeye zarar verir böle şeyler bilmiyor musun?!
kimseye soramıyorumki artık seni..
herkes unuttum biliyor..
arkadaşımsın sanıyorlar seni..
şşt! sakın!
sende söyleme kimseye.ben kendimden bile gizliyorum seni.
en iyisi bu julien..
daha önce "ilişki oyunu" oynamıştık hatırlıyor musun?
şimdide "arkadaşlık oyunu" oynuyoruz
ne güzel dimi!

26 Temmuz 2008 Cumartesi

rüyalarda buluşalım sevgilim







o nası bi rüya öyle julien?!
niye ellerin buz gibiydi?!
niye arkamdaki hasır sandalyede oturuyordun?!
niye yanımdaki değil de arkamdaki hasır sandalyede?!
niye yaklaşık bir(1) haftadır periyodik olarak her gece seni rüyamda görüyorum?!

...

cevap yok..
hiç olmadı..
hiç olmadın...

julien'e..


Tren, tüm rayları eziyor. Söylenen cümlelerin, söylenen şarkıların, söylenen gerçeklerin ucuz şarap içtiği gecelerde sevdim seni. Herkeslerden uzakta, herkeslerden saklı, kendimden dahi sakınarak ve usulca.. En az 3 sene sonra buraya belki bir demiryolu kurulacak, ses'siz nehir'ler akacak herkeslerden saklı ve tren, tüm rayları ezecek.

"cevap beklemedim, neyin var hasta mısın?"

Adam öldürmekle eş tutulan duygular saklanacak. Gülümserken yalan söylenecek.
(Ne sandın ki? Cinsel haz mı?) Eşlenik bellenenler, "seni görmedim"lerle geçiştirilirken kalbe bir Demokles kılıcı daha batırılacak. Orada eriyecek manâ. Orada, derme bir acıdır kalacak: 'Beni, ben gibi sevdiğini bildiğim birinin, beni benden ayrı kabullenmesinin herzschmerz'i öldürüyor' diye bir cümle kuracak saçları orantısız uzayan ilk-sonbahar çocuğu. Ayva göbeğindeki lekelere, likenlere bakarken kanayacak "elini uzatsa deniz" olacak her yer. Her yer çöl olacak. Thistle olacak.. uzakta!

"- Seni seviyorum ve sana cevaplar hazırladım!
- Peki, artık aynı olamayız, çünkü her şeyini döktün.
- Her şeyimdin.."
"iyi bir arkadaştın öyle de kal istedim."

Dostlukların son kullanma tarihi'ne bakılacak. Hiçbir şey aynı olmayacak. Çünkü böylesi istenmeyecek. Saçma. Jilet, kutsanacak. "Canım"dan uzak kalacağım.. Hiçbir şey yitip gitmezken üzülen iki taraftan sadece biri ağlayacak.. On canın onunu da verebileceğiniz birini kaybetme ihtimaliniz üzerine bir ağrı, bir kesik, bir acı düşüneceksiniz..


Kontrolsüzce konuşma zamanı gelmiştir.. Artık bir fil gibi söylemeyi arzuladığınız cümlelere kedi gibi yaklaşmayacaksınız demektir.. Zehirdi; döktünüz ama hâlâ biraz kaldı. Hâlâ üzüyor. Nisan'dı.

Bu bir ebelemeç. Ebelemece değil; ebelemeç.. Çünkü çocukca yalnızlıklar yaşıyoruz bir masa ötemizdekinin kollarına atlamak dururken.. Köşe kapmaca oynuyoruz; köşe yok. Halen kalplerimizde prezervatif var. Halen o uyurken, nefesini kontrol ediyoruz. Uzanamıyoruz yanına, uzanamıyoruz kıyıya.

Sizi bilemiyorum. Ben, bana kurabiye uzatacak bir el bekliyorum.. Kahve yapacak sonra, ve diyecek ki, neyse.. emin değilim.
Yalnız..
tren, tüm rayları eziyor.

"iyi geceler."
Sana da.

24 Temmuz 2008 Perşembe

19 temmuz 2008 Cumartesi




o gün..
hayatımın en güzel günlerinden biriydi sanırım.
çünkü sen vardın.bütün gün yanımdaydın.sesini duyabildim, kokunu alabildim, hatta sana dokunabildim.
ahh evet o dokunuşlar..
sana sarıldığım, sıcaklığını hissettiğim her an benim için eşsiz.
seni tam 35 dakika bekledim.1 yıl beklemiş olmamın yanında bu 35 dakika hiç bişey.
herhangi bi buluşmaya insanlar 5 dakika bile gecikse sinir krizleri geçiren ben; seni daha saatlerce bekleyebilirdim.
çünkü biliyordum.gelicektin.
ve geldin de..
karşı kaldırımdan bana doğru gülümseyerek geliyordun.
bi adım, bi adım daha ve bi adım daha..sonunda yanımdaydın sarıldın herşeyden habersiz bir şekilde.
senin kokunu bi kez daha içime çektiğimin, sıcaklığının içime ılık ılık aktığının farkına bile varmadın.
sürekli konuştun. hiç susmadın.seni günlerce dinleyebilirdim.
evini gösterdin. işte burası benim evim dedin.
dünyanın en güzel evi gibi geldi bana orası.çünkü içinde sen vardın.orda yaşıyordun.
düşündüm..kim bilir ne mutluluklar, ne acılar, ne aşklar yaşadın o evle.o duvarlara kimleri anlattın kim bilir..
beni anlatmadın hiç biliyorum.kendi ağzınla söylemiştin."seni hiç sevmedim" demiştin.o gün anladım bi hata yaptığımızı.o gün bıraktım seni sevdiğimi sana ve etrafımdaki insanlara anlatmaya.senin için, biz için bi savaş vermeyi o an bıraktım işte..
yenildim..yoruldum..

...

o cafe...
o koltuk..
ve sen..
yine yanımdaydın işte.
arada kolunun bana değmesi bile nasıl bi mutluluk verdi bana tahmin edemezsin..
peki ya kafanı o koltuğa dayaman?
kollarını açıp esnemen?
işte tam o anda kollarının arasına girip başımı göğsüne dayamak istedim..
gözlerimin içine bakıp "mutlu musun" dediğinde kalbim yerinden çıkıcakmış gibi oldu.hani bazı çizgifilmlerde olur ya.bi kahraman çok güzel birini görür ve gözleri bi anda kalp çeklini alıp yuvalarından, kalbide yerinden çıkıp güm!güm! die atmaya başlar..işte bende aynen öyle oldum.
ardından senin tarafından ikinci darbe yani ikinci cümle geldi:
"artık beni sevmiyor musun?"
o an sana sımsıkı sarılıp öpücüklere boğarak "aptal mısın sen ne sevgisinden bahsediosun!sen benim herşeyimsin, nefesimsin!" demek istedim.tüm sevgimi sana aktarmak istedim.
ama olmadı.
olmamalıydı.
"hayır"
işte verilmesi gereken cevap buydu.ve öle oldu.
o tek kelimelik cümleyi sölerken canım hiç bu kadar yanmamıştı.
çünkü ilk defa sana seni sevmediğimi söledim.ne kadar zor olasa da sölerken ne kadar canım yanmış olsa da sölenmesi gereken cümle buydu..

beni taksi durağına bırakırken yolda saçlarımla oynayarak "çok tatlısın sen! .... dimi abi çok tatlı ya şuna bak" diip benimle bütün gün ilgilenmen inanılmaz güzeldi.

telefonumu eline aldığında menuyu göstermek istediğimde elini tutmak zorunda kalışım; her zamanki gibi bacak bacak üstüne atıp sol ayağımı sallamam, senin bundan rahatsız olup, bacağımı tutup gözlerimin içine bakarak "sallama" demen ve kısa bi süre sonra aynı hareketi sen yaptığında benim de senin bacağını tutup "sallama" demem ardından gülüşmemiz; siparişim üzerine getirilen ice mocha'nın berbat yapılması üzerine tüm .... cafeyi ayağa kaldırman(... ile birlikte); bunun üzerine ....nın garsonlara: "abi adam kız arkadaşını getirdi sizin getirdiğiniz siparişe bak.rezil oldu şimdi çocuk.sizin yüzünüzden bitti işte ilişkileri" die espri yapması inanılmazdı..

hayatımın en güzel günlerinden birini yaşattığın, tatildeyken beni özlediğin ve bütün gün benimle ilgilendiğin için teşekkür ederim..
her ne kadar öyle olmasada bir günlüğüne yeniden benim olduğun hissine kapıldım..
herkese bittiğini sölesemde
seni seviyorum..

17 Temmuz 2008 Perşembe

sebze çorbası gibi

bugün ben "ben" gibi değil işte.
bugün başka!

bugün tıpkı hasta olduğum zaman annemin yaptığı sebze çorbası gibiyim.
içimde brokolide var havuç da..
aslında hiç birini sevmem biliyor musun?!
bugün sadece seni seviyorum.
sadece seni istiyorum.
bir yıldır yaşadıklarımız the flintstones'daki gazete haberleri gibi beynime kazınmış durumda.
iyi de biz taş devrinde değiliz ki! milenyumdayız ey julien!
internet çağındayız!
herşeyin hızlı olduğu bir döneme denk geldik ama benim sevgim bu hıza yetişemedi.
belki de bu yüzden tüm olanlara rağmen hala unutamıyorum seni.
yada hala benim sanıyorum hiç benim olmayan seni...













şuan ki saat itibariyle tam beş gün oldu.
sanki gün değil aylar yıllar geçmiş gibi.

napıyorsun? iyi misin? mutlu musun?
beni hiç düşünüyor musun orda?
en önemli soru bu işte!en can alıcı olanı bu!
elim telefona gidiyor yine..
gittiğinden beri kaç kere baktım o ekrana?
sayısını ben bile hatırlayamıyorum.
fonda çalan
bu şarkı ile verdiğin acıdan kendimi korumak için oluşturduğum kabuğumu kırıp yine seni arıyorum..
bakalım bu sefer nası yakıcaksın canımı..
hadi hayırlısı..

deneyim...

annem içerden sesleniyor: "yemek ye!"
hiç birşey yemek istemiyorum.
ne içim alır onları ne midem.
"aç değilim!" diye sesleniyorum..
bu sefer de başlıyor yine klasikleşmiş cümlelerini tekrarlamaya:

"...komşunun kızı x de yemek yemiyor ama onun bir sebebi var.aşk acısı çekiyormuş.sevgilisi onu çok üzmüş.yeni ayrıldılar ya üzüntüden hiç birşey yiyemiyor.hadi onu anladık e kızım sen niye bişi yemiyorsun?!
...ben biliyorum aslında sebebini..ikiyüzelli gram kilo vereceğim diye tüm bu çabalar!zaten ufacık kaldın daha niye uğraşıyorsun anlamıyorum ki!"


...
ahh anne ahh!
bilmiyorsun ki neler çektiğimi.
aylardır ne acılar yaşadığımı.
kendine göre kılıf uyduruyorsun bu durumuma..
ama dışı seni içi beni yakar anne!
çok canım yanıyor çok!