24 Ağustos 2008 Pazar

özledim.




kaç gün oldu?

kaç gündür hayatımda "faal" bir şekilde bulunmuyorsun?
daha doğrusu kaç gündür senden haber alamıyorum?

"
18 ağustos pazartesi 23.25"
tam olarak 4 gün 8 saat 1 dakikadır sennle konuşamıyoruz.
tanrım!
ne kadar zor geldi bu defa.. nasıl özledim seni..
iyi ama neden?
neydi seni bu; öncekilerden kat kat fazla özlememi sağlayan "şey"?
oysa daha önce çok daha uzun süre ayrı kaldığımız, görüşemediğimiz hatta kavgalı olduğumuz zamanlar olmuştu.
o zamanlarda da çok özlemiştim seni.
ama bu sefer..

bu seferki başka..

bu özleyiş hepsinden başka..

sabahları seninle uyanıp bir elimde defterlerim, diğerinde telefonum, kopartılmış ve içine beyaz peynir konmuş minicik ekmek parçası ağzımda, ayakkabının bağcıklarını bağlamaya çalışırken; resim yaparken, test çözerken kitabın sol üst köşesinde, defterlerimin ilk sayfasında, sınıftakilerin suratında, annemde, babamda, eve giden yolda, arabaların içinde, heryerde sen..
rüyalarımda bile!
uykumda bile rahat bırakmıyorsun beni!


hergün daha fazla özlüyorum..

hergün biraz daha fazla.

peki ama neden?!

bunun sadece iki açıklaması olabilir:

ya aslında sana daha yeni aşık oluyorum ya da benim için artık alışkanlık haline geldin.
hangisi daha iyi?

veya hangisi daha kötü mü demeli?
cevap hepsi.

hepsi eşit derecede kötü ve eşit derecede iyi..

ve tuhaf olan; ikisi de doğru.

sana daha yeni aşık oldum..

bunca zamandır seni kendimden bile çok sevdiğimi düşünürken, ne oldu da böyle hissetmeye başladım?
ya da belki hep aşıktım ama o gün bir kez daha aşık oldum sana?
kim bilir?
belki..


...

o gün.

sahi hangi gündü o "o gün"?
19 temmuz cumartesi..

peki nolmuştu da sana "yeniden" belki de "ilk defa" aşık olmuştum?
mmm! evet..

hayatımın en güzel günüydü..

çünkü yanımdaydın..
bütün akşam benimleydin.

takside, "..."cafede, yolda yürürken, konuşurken herşeyinle benimleydin.
ilk defa benimmişsin gibi hissettim.

sonra..

elin..
parmakların.. o yumuşacık eller.. pamuk gibi; sanki..
sanki düş gibiydi..
hiç düşünmediğim, planmadığım bi anda "
mecburiyetten" eline dokunmak zorunda kalışım..
o sıcaklığın ılık ve kaygan bi sıvı olarak içime akması..
ardından gelen "
mutlu musun?" sorusu..
işte bunlardı sana aşık olmamı sağlayan.

ya da sana alışmamı..

çünkü o kadar güzel o kadar büyüleyiciydi ki sana dokunmak, seni hissetmek..
hemen alışıverdim buna belki de..

bu yüzden o anı tekrar yaşamak istiyorumdur.


bütün bunlara vericek kesin cevaplarım yok.

olmamalı da.

bu alışkanlıktan vazgeçmeliyim.

ama geçmeyeceğimi ikimizde biliyoruz julien..

bigün bitse bile asla unutamayacağımı sen de ben de çok iyi biliyoruz..


...

geçenlerde bir film izledim.

filmde genç bir kız kendinden yaşça büyük adama ölen eşini niye hala bu kadar sevdiğini, onda ne bulduğunu sormuştu.
adamsa çok kısa bir süre düşündükten sonra: "
O'nda iyi yanımı görüyorum" demişti.
peki ben, julien?
ben seni neden bu kadar çok seviyorum?

düşündüm..

ve kendi kendime cevapladım: sende "ben"i buluyorum julien.
bilmediğim yönlerimi seninle keşfediyorum.
seninle büyüyorum.
seninle öğreniyorum; hata yapmayı, bu hatalardan ders almayı, nefreti, kızgınlığı, mutluluğu ve..
sevmeyi.
.
sadece seni değil herşeyi..
herkesi..

yüksek sesle konuşan yan komşularımı, dersanedeki zeka seviyesi düşük arkadaşlarımı, bakkal amcayı, her sabah bana kötü kötü bakışlar atan evin önündeki dev köpeği, annemin bana son derece anlamsız gelen çiçeklerini, abimin kaprislerini, hergün evimizi gözetleyen karşı apartmandaki kızı...


seni severek çevremdeki herkesi de sevmeye başladım..

herşey daha güzel, daha canlı görünüyor artık gözüme.
varolduğumu hissediyorum..
yaşadığımı..
nefes aldığımı..

evet nefes alıyorum.
bunu bile seninleyken yapabiliyorum.

daha önceleri mi?

öncesi yok!

hep sen vardın!

ve hep olucaksın..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

sophie