31 Ağustos 2008 Pazar

eylül falan

eylül ayının ilk dakikalarına çok az kaldı...
umutluyum.
ya da kendimi kandırıyorum..
belki de "yine, yeni, yeniden" olmayı istemenin vermiş olduğu salaklık üstümdedir.
kim bilir?
.....

daha önce sana gerizekalı olduğumu sölemiştim di mi?
ama nedenini hiç sormadın.
bende hiç açıklamadım.
belki de ikimizde biliyoruz nedenini he?
ama saklıyorsun neden gerizekalı olduğumu.
çünkü "neden"i o kadar gerçek ve ikimiz de o kadar gerçek dışıyız ki; eğer gerçeklerden konuşursak biz de o dünyaya dahil oluruz diye korkuyorsun.
korkuyorum.

sanırım gerizekalı olmayı seviyorum.
sanırım bu halimi seviyorsun.

...

benim böyle olmamı sağlayan hiç bir şeyi unutmak istemiyorum.

o saçmalıkları seviyorum.
tüm anılarımı seviyorum.
çektiğim acıları seviyorum.
seni seviyorum.

...

"zaman" diyor herkes
"geçicek."
unutmak istemeyen biri için ne kadar anlamsız cümleler bunlar.
söylemeyin bir daha!
saçma!
gereksiz!
boş!


evet!
evet.gerizekalıyım.
evet.böyle olmayı seviyorum.
evet.belki de acı çekmek hoşuma gidiyordur.
evet!

au revoir!



bu gece 2008 yılının ağustos ayının son yazısını
yazacağım.
heyecanlıyım.
bekle beni eylül.
sophie geliyoooor!

25 Ağustos 2008 Pazartesi




"
...Daha fazla kalmak "alışkanlık" canavarını uyandırır. Önce sinsice beslenir bu canavar, sonra seni yönetmeye başlar. Çok tehlikelidir bu canavar, çok! ..."



"...Başını bana çevirip tanıyarak baktığında yine ağlıyordu. Babamı ne çok seviyor olmalı, diye düşündüm. İçim titredi. Acaba bir gün, ben de bir erkeği böyle çok sevebilecek miydim? Birini böyle çok sevmeye değer miydi? "Bir insan bütün hayatı boyunca, ancak bir tek kişiyi çok sevebilir," demişti babası Mike'a.
Korktum.
Birini böyle çok sevmekten çok korktum. Çok sevmek, acı getiriyor besbelli..."



"...Eski sevgililer, yalnızca birer anıdır sonuçta. Ama çocuklar öyle değil, onlar eskimiyor, aksine her gün daha canlanıyorlar...Çocuklar geçmişin istenmeyen yanlarını da cebimizde taşıtan cüzdan gibidirler..."

24 Ağustos 2008 Pazar

özledim.




kaç gün oldu?

kaç gündür hayatımda "faal" bir şekilde bulunmuyorsun?
daha doğrusu kaç gündür senden haber alamıyorum?

"
18 ağustos pazartesi 23.25"
tam olarak 4 gün 8 saat 1 dakikadır sennle konuşamıyoruz.
tanrım!
ne kadar zor geldi bu defa.. nasıl özledim seni..
iyi ama neden?
neydi seni bu; öncekilerden kat kat fazla özlememi sağlayan "şey"?
oysa daha önce çok daha uzun süre ayrı kaldığımız, görüşemediğimiz hatta kavgalı olduğumuz zamanlar olmuştu.
o zamanlarda da çok özlemiştim seni.
ama bu sefer..

bu seferki başka..

bu özleyiş hepsinden başka..

sabahları seninle uyanıp bir elimde defterlerim, diğerinde telefonum, kopartılmış ve içine beyaz peynir konmuş minicik ekmek parçası ağzımda, ayakkabının bağcıklarını bağlamaya çalışırken; resim yaparken, test çözerken kitabın sol üst köşesinde, defterlerimin ilk sayfasında, sınıftakilerin suratında, annemde, babamda, eve giden yolda, arabaların içinde, heryerde sen..
rüyalarımda bile!
uykumda bile rahat bırakmıyorsun beni!


hergün daha fazla özlüyorum..

hergün biraz daha fazla.

peki ama neden?!

bunun sadece iki açıklaması olabilir:

ya aslında sana daha yeni aşık oluyorum ya da benim için artık alışkanlık haline geldin.
hangisi daha iyi?

veya hangisi daha kötü mü demeli?
cevap hepsi.

hepsi eşit derecede kötü ve eşit derecede iyi..

ve tuhaf olan; ikisi de doğru.

sana daha yeni aşık oldum..

bunca zamandır seni kendimden bile çok sevdiğimi düşünürken, ne oldu da böyle hissetmeye başladım?
ya da belki hep aşıktım ama o gün bir kez daha aşık oldum sana?
kim bilir?
belki..


...

o gün.

sahi hangi gündü o "o gün"?
19 temmuz cumartesi..

peki nolmuştu da sana "yeniden" belki de "ilk defa" aşık olmuştum?
mmm! evet..

hayatımın en güzel günüydü..

çünkü yanımdaydın..
bütün akşam benimleydin.

takside, "..."cafede, yolda yürürken, konuşurken herşeyinle benimleydin.
ilk defa benimmişsin gibi hissettim.

sonra..

elin..
parmakların.. o yumuşacık eller.. pamuk gibi; sanki..
sanki düş gibiydi..
hiç düşünmediğim, planmadığım bi anda "
mecburiyetten" eline dokunmak zorunda kalışım..
o sıcaklığın ılık ve kaygan bi sıvı olarak içime akması..
ardından gelen "
mutlu musun?" sorusu..
işte bunlardı sana aşık olmamı sağlayan.

ya da sana alışmamı..

çünkü o kadar güzel o kadar büyüleyiciydi ki sana dokunmak, seni hissetmek..
hemen alışıverdim buna belki de..

bu yüzden o anı tekrar yaşamak istiyorumdur.


bütün bunlara vericek kesin cevaplarım yok.

olmamalı da.

bu alışkanlıktan vazgeçmeliyim.

ama geçmeyeceğimi ikimizde biliyoruz julien..

bigün bitse bile asla unutamayacağımı sen de ben de çok iyi biliyoruz..


...

geçenlerde bir film izledim.

filmde genç bir kız kendinden yaşça büyük adama ölen eşini niye hala bu kadar sevdiğini, onda ne bulduğunu sormuştu.
adamsa çok kısa bir süre düşündükten sonra: "
O'nda iyi yanımı görüyorum" demişti.
peki ben, julien?
ben seni neden bu kadar çok seviyorum?

düşündüm..

ve kendi kendime cevapladım: sende "ben"i buluyorum julien.
bilmediğim yönlerimi seninle keşfediyorum.
seninle büyüyorum.
seninle öğreniyorum; hata yapmayı, bu hatalardan ders almayı, nefreti, kızgınlığı, mutluluğu ve..
sevmeyi.
.
sadece seni değil herşeyi..
herkesi..

yüksek sesle konuşan yan komşularımı, dersanedeki zeka seviyesi düşük arkadaşlarımı, bakkal amcayı, her sabah bana kötü kötü bakışlar atan evin önündeki dev köpeği, annemin bana son derece anlamsız gelen çiçeklerini, abimin kaprislerini, hergün evimizi gözetleyen karşı apartmandaki kızı...


seni severek çevremdeki herkesi de sevmeye başladım..

herşey daha güzel, daha canlı görünüyor artık gözüme.
varolduğumu hissediyorum..
yaşadığımı..
nefes aldığımı..

evet nefes alıyorum.
bunu bile seninleyken yapabiliyorum.

daha önceleri mi?

öncesi yok!

hep sen vardın!

ve hep olucaksın..

17 Ağustos 2008 Pazar

julien'e...




"aklına çocuklar koyuyorum fidel. eline geçiyor mu, zeplinlerle kediler yolluyorum sana her gün. boncuklarımı, kutularımı, çantalarımı, kokularımı, çaylarımı ve her şeyimi, alıyor musun? "seni seviyorum"
diyorum, boynunda böcekler oluyor mu?
her şeyini vermiş, verebileceği her şeyi vermiş bir kadın! düşünebiliyor musunuz?
ama fidel.. of aptal fidel!
kedilerin ölümünü bile umursamayan bir insan fidel..
bu yüzden ölüyor kadın.. yavaş yavaş.. anlatabiliyor muyum?"



bütün kadınların kafası karışıktır.

12 Ağustos 2008 Salı

just hold me

and why can't you just hold me? and how come it is so hard? and do you like to see me broken? and why do I still care...




1 yıl..tam 1 yıl...
sana bir yılımı verdim ben julien.bir yıl boyunca senden başka kimse olmadı hayatımda.bırak başkasının olmasını, herhangi başka bir erkeğe gözümün ucuyla bile bakmadım.düşünmedim.
ben yalnızca senden hoşlandım.sadece senden...
hayatımda hep sen oldun.ve daima olmasını istediğim tek kişi de sendin..
peki sen?
sen ne yaptın?
hep senin olmamı istediğini ve senin de benim olduğunu sölemenin üzerinden daha on gün bile geçmeden başka birisine karşı "garip" şeyler hissettiğini söledin.
sence bu adil mi?
ben bu ilişki için, yürümesi için herşeyi göze almış ve senin için herşeyi yapmış olmama rağmen senin bana layık bulduğun "durum" benden uzaklaşmak oldu.başkasıyla olmayı dilemek oldu.
üstelik bunu çok rahat bir şekilde gelip bana söyleyebildin.sanki bir kaç gün önce seninle o konuşmaları yapmamışız gibi.
sanki bana o sözleri hiç söylememişsin gibi.
sanki seninle "
tam" bi arkadaşmışız gibi...

....

"PRENSES GİBİ"
bunu bilerek mi yapıyorsun?
henüz çok kısa bir süre önce bunu "bana" söylemiş olmana rağmen aynı cümleleri "başka" bir kızı bana anlatırken tekrar kullanıyorsun.

evet.
eninde sonunda böle birşeyin olacağını biliyordum.kendimi buna zaten alıştırmıştım.hazırlıklıydım.
ama bu kadar kısa sürede?
işte buna hazırlayamamışım kendimi.
çünkü bu kadar çabuk hayatına başka birisini sokmak isteyeceğin ihtimalini hiç düşünememiştim.

çünkü sana inanmıştım.
bir yıl boyunca sana hiç inanmadığım kadar çok inanmıştım o gün.
çünkü çok samimiydin.
sıcacıktın.
ve bi süredir seninle ilgili kendimi tutmama rağmen o gün herşeyi boşverdim.
hisssettiğim sıcaklığın içime doğru akmasına izin verdim.
içime işlemene izin verdim.
aramızda bişi olmadığını ve büyük bir ihtimalle de bir daha "biz" olamayacağımızı bilmeme rağmen o gün sana inandım.sadece inandım.umutlanmadım.

"ama hiç birşey yaşamamıştık daha"
görünen o ki sen o "yaşa(ya)madıklarımız"ı benim yerime bir başkasıyla yaşamayı tercih ediyorsun artık.

peki ama neden?
madem bir başkası vardı; neden bana o sözleri söledin?
niye "seninim" dedin?

yada

madem benimdin ve hep senin olmamı istiyordun; niye bu sözleri söledikten birkaç gün sonra başka birisine karşı "garip" şeyler hissetmeye başladın?
değişen neydi?

yada kimdi?
sen mi?
ben mi?
o mu?


ve madem seçimini ondan yana kullandın; niye benden uzaklaşmayı da tercih ettin?
buna gerek yoktu ki..

ben sana o gün ki konuşmamızda da sölemiştim:
"sevgili yada arkadaş..bunlar benim için önemli değil.sen hayatımda olduğun sürece mutluyum.seninle mutluyum.ne şekilde olduğunun bir önemi yok.benim için önemli olan tek şey senin hayatımdaki varlığın"

3 Ağustos 2008 Pazar

ben senin neyinim?

saat 02.13
ekşisözlükte okuduğum yazı bütün günümü, gecemi mahvetmeye yetti.
dağıldım.
toparlanamıyorum.
ağlıyor muyum? hayır.
artık seninle ilgili yaşadığım hiç bir olay, hissettiğim hiç bir acı beni ağlatamıyor.
sadece dağılıyorum.
eroin komasına girmiş insanlar gibi oluyorum.
nefesim kesiliyor.
"yardım edin!boğuluyorum!" die bağıracak gücü kendimde bulamayacak kadar dağılıorum.dağıldım.

"kahvesinden bir yudum daha alıp gözlerini gözlerime dikti. ben çayıma henüz dokunmamıştım bile. merak içinde bana anlatacağı o çok önemli şeyi bir an önce dinlemek istiyordum. tam söze girecekti ki kafede oturan herkesin bakışlarını bize çevirmesine neden olacak kadar kuvvetli bir şekilde hapşırdım. peçete ile burnumu silerken anaç bir ses tonuyla:

- dikkat et. havalar serinledi. incecik bir tişörtle çıkmışsın.

bir ağrı dalgası kemiklerim boyunca ilerlerken bir yandan kendimi toplarlamaya çalışıyordum. hasta olmama uğraşı içinde olmadım hiç. hatta hasta olmayı severim bazen. ilginin ve şefkatin üzerimde toplanmasına vesile olması hasta olmayı benim için sevilebilir bir hale getiriyor. şefkat. bir kadında ne ararsınız sorusuna en üstlerde vereceğim cevaptır. oysa hiç bir kadından çok şefkatli olduğu için başlangıçta etkilenmemişimdir. sanırım şefkat halihazırda aşık olduğum bir kadına tapma devresine geçiş bileti benim için.

- ne anlatacağını merak ediyorum.
- çok merak edilecek bir şey değil aslında. hatta bir şey anlatmaktan çok bir şey soracağım ben sana.

bir süre çay kaşığı ile kahvesini karıştırdıktan sonra kafasını kaldırıp masmavi gözlerini tekrar bana dikti:

- ben senin neyinim?

bu soruyu kimbilir kaçıncı kez duyuyordum. ama her seferinde verdiğim o ukala cevabı bu kez veremezdim. çünkü bu sorunun bir yanıtı bende yoktu. ve hatta bu soru sadece onun değil benim de sorumdu. o benim neyimdi?

- illa bir şeyim mi olman gerekiyor?

kategorize edilmemesi gereken bir ilişkiydi bizimkisi. çünkü ben sınırları çizilirse kaybeden taraf olacaktım. o benim sevgilim değildi çünkü böyle büyük bir sorumluluğun altına girmeye hiç gönüllü değildim. o benim arkadaşım asla değildi. çünkü arkadaşlarımla sevişmiyordum. bu bir arkadaşa duyulan sevgiden farklı bir sevgiydi. ancak bir sevgiliye duyulan gibi de aşkla harmanlanmış değildi. o benim acil çıkış kapımdı. normal zamanlarda asla kullanmadığım ama ne zaman yangın çıksa hemen koştuğum merdivenlerdi. o an içimden çok kuvvetli bir his ona sarılmaya itiyordu beni. ama bu hissi bastırmak zorundaydım. çok iyi biiyordum ki bu hissin altında yatan şey suçluluk duygusuydu. onunla olan ilişkimiz hakkında bencilce düşünme ve davranma suçunun verdiği suçluluk duygusu.

- ille bir kalıbıma mı sokmamız gerekiyor? bir sıfat mı bulmalıyız kendimize? sevgilim olsan ne değişir? arkadaşım olsan ne farklı olur ki?

bu soruların hepsi çaresizlik sorularıydı. can yakan, köşeye sıkışmış insan soruları. sonunda bana "haklısın" diyeceğini adım gibi bildiğim için sorduğum sorulardı bunlar. peki ya içimdeki suçluluk duygusu. onu yenmeyi nasıl başaracaktım?

- bir şey değişmez tabii ki ama yine insan bilmek istiyor. haklısın aslında. sevgilin olsam ne olur ki?

herşeyin elimde olması gücü beni çok rahatsız etti o an. ilişkinin sınırlarını çizebilme, karşımdaki insanın neyim olduğuna karar verebilme gücü. çünkü bu gücü kullanamıyordum. ona hükmedemiyordum. o güç güçsüzlüğümü farketmişti ve beni esir alıyordu. en kötü kararın bile kararsızlıktan daha iyi olduğuna inanan ben, kararsızlık ortamından nemalanmaya çalışma çabasındaydım. düşündükçe kendimden uzaklaşıyor, kendimden utanıyordum.

- seni akşam ararım. şimdi gitmem lazım. sorunu bir teklif olarak kabul ediyorum. cevabımı akşam sana bildiririm.

işte şimdi gücü kullanmaya başlamıştım...

*****

telefonumun mesaj bölümüne girip "yeni mesaj yaz"ı seçtim.

" bir başkasına aşığım. seni çok seviyorum ama üzgünüm. sanırım bir daha görüşmesek daha iyi olacak. sana ümit vermek istemiyorum. hayatını adayacak daha iyi birilerini bulacaksındır."

hiç bir şey düşünmeden bir anda aklıma böyle estiği için bunları yazdım. bir başkasına hala aşık olup olmadığımdan bile emin değildim. düşünmekten öyle yorulmuş, öyle sıkılmıştım ki, kendime vermem gereken cevaplar bir yana kendime sormam gereken soruları bile sormuyordum. onu kaybetmekten ne kadar korksam da, onun da kendine ait bir hayatı olduğu gerçeğini kabul etmeliydim. benim gibi biri ona sadece acı verebilirdi. kalbini olabildiğince az kıracak cümleler bunlar olmasa da oldukça merhametli bir üslup kullandığıma inandırdım kendimi. zaten oldukça zorlandığım uyuma işini daha da zora sokamazdım. tek ihtiyacım olan şey bir bardak votka ile iyice rahatlamak ve uyumaktı. göz kapaklarım ağırlaşsın diye içtiğim votkanın, gözlerimi sırılsıklam yapacağını nerden bilebilirdim ki?

onu kaybettiğim için ağlayabilrdim. ona çektirdiklerim için ağlayabilirdim. onu yüzüstü bıraktığım için ağlayabilirdim. onu ağlattığım için ağlayabilirdim.

onu kaybettiğim gün bile hala birbaşkası için ağladığım için ağlayabilirdim. ne çok sevildiğimi görmezden gelip, sevmeyenlere gözyaşı döktüğüm için ağlayabilirdim.

ama ben yine de hiç bir sebep olmaksızın, sadece istediğim için ağladım"

sijwocaq